DOLAR 39,0345 0.29%
EURO 44,1517 0.23%
ALTIN 4.145,370,54
BITCOIN 43454331.8523%
Sivas
20°

KAPALI

SABAHA KALAN SÜRE

Kadir COŞKUN

Kadir COŞKUN

26 Nisan 2025 Cumartesi

ÇANAKKALE’DE 25 NİSANLAR – Kadir Coşkun

ÇANAKKALE’DE 25 NİSANLAR – Kadir Coşkun
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Eğitimci olarak uzun bir süre görev yaptığım Çanakkale’de, her tarafı tarih kokan, her köşesi bir tarihi olaya tanıklık eden, ülke savunmasının tarihte örneği görülmemiş destanlarına ev sahipliği ile bir milletin gelecek kuşaklara örnek teşkil edebilecek açık hava müzesi olması biz Türk milleti için büyük bir kazançtır.
Bunun en güzel kanıtlarından birisi, Turgut Özal döneminde ülkemizi ziyaret eden bir Japon heyetinin, “Sizin Çanakkale gibi bir destanınız varken çocuklarınıza başka bir ruh hali vermenize gerek yok. Burayı gezdirin, anlatın, hissettirin yeterli.” demesi Çanakkale Savaşları’nın ve gösterdiğimiz mukavemetin dış dünyaya yansıyan yönü olması nedeniyle önemlidir.

18 Mart 1915’te denizden Boğaz’ı geçemeyeceğini anlayan dünyanın en büyük deniz gücünün, geri çekilip 25 Nisan 1915’te karadan denediği harekâtın yıldönümünde geçmişi yerinde yaşamanın bende yarattığı heyecan ve gururu anlatmama imkân yoktur.
İlk çıkartmanın 19. Tümen Komutanlığına bağlı askerlerce Yarbay Mustafa Kemal Atatürk’ün komutasında tarihe geçen, “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek sürede geriden gelecek kuvvetler yerimizi alacak ve düşmanı çıkartmaya muvaffak etmeyeceklar.” sözü, ilk çıkartmayı yapan düşmana karşı 57. Alayda büyük zayiat verilmesine rağmen düşmanın püskürtülmesinin verdiği hüzünlü sevinci orada yaşamak… Yine, Seddülbahir ve yanı başındaki Ertuğrul Koyu’nda her biri bir destan kahramanı olan Türk askerinin oradaki temsilcisi, 66-67 askeriyle, Ertuğrul Koyu’na hâkim tepede hazır bekleyen Ezineli Yahya Çavuşların, Seddülbahir’de kahramanca savaşırken cephaneliğe düşen bir top mermisi ile tamamı şehit düşen Kahraman subay ve erlerimizin hatıralarını yâd etmenin insanda yarattığı duyguyu sözcükler ifade edememekte.

Önce Seddülbahir’e denizden ilk çıkartma girişimi ve şehitlerimiz, ancak, hemen yanı başında Yahya Çavuş’un kahraman erleri, sınırlı sayıları ile sabahın ilk saatlerinden akşam hava kararıncaya kadar, düşmanı adeta sahile hapsedip büyük zayiat verdirmelerini, bir İngiliz keşif uçağı pilotunun verdiği mesajda, Ertuğrul Koyu’nun kıpkırmızı, kan gölüne döndüğünü ifade etmesi, Türk askerinin vatan aşkıyla verdiği mücadelenin en belirgin tezahürü olsa gerek!
Akşama kadar düşmanı karaya çıkartmayan Yahya Çavuş’un, akşam üzeri kendisinin de şehadetiyle son bulan vuruşması ve arkadan gelen kuvvetlerimizin onların yerlerini almaları bugün, o tepede şu mısralarla ölümsüzleştirilmiştir.

Bir kahraman takım ve de Yahya çavuştular,
O gün dev gibi bir orduyla gönülden vuruştular,
Düşman tümen sanırdı bu kahraman yerleri,
Allah’ı arzu ettiler akşama kavuştular.

25 Nisan 1915’te başlayıp, 1916’nın başlarına kadar süren bu savaşlarda, zaman zaman bozgunun verilen bir emirle (Bozulup kaçan askerlerimize, Mustafa Kemal’in, “Düşmandan kaçılır mı? Merminiz bittiyse süngü tak, yat!) zafere dönüştürülmesi, düşman kuvvetlerinin durdurulması ve zaman kazanılması, Arıburnu’nda, Conkbayırı’nda, Anafartalar’da kazanılan başarılar, Kemal Yeri’nde Liman Von Sanders’in hediye ettiği saate isabet eden şarapnelin onu bizlere bağışlaması, çok şiddetli çatışmaların geçtiği, araları 7-8 metreye düşen cepheler, zaman zaman dünyanın en centilmen savaş sahneleri (Cepheler arasında su-konserve takası, sigara-çikolata takası, yaralı askeri beyaz bayrakla siperine götürüp teslim etmeler, karşılıklı cephelerden yanık sesli türküler-müzikler…), havada çarpışan mermiler, her yerin bir şehitlik olması, toprağı eşelediğinizde halen çıkan şarapnel parçaları, birbirine kenetlenmiş iki insan iskeletinin birinde haç, diğerinde muska bulunması ve kucak kucağa yatmaları, en güzeli de bir kitabede Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün :
“Bu memketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar, burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız… Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Mustafa Kemal ATATÜRK-1934, sözü, Çanakkale için ifade edilenlerden sadece birkaçıdır.

1916 Ocak’ı ile karadan da başarılı olamayıp büyük bir mağlubiyetle çekilmelerinin bir Türk evladı olarak o yöreleri gezerken bizde oluşturduğu gurur ve şehitlerimize minnet duygusu, gözyaşı dökmenin güzelliğini, her Türk çocuğunu oraları gezdirerek hissettirmek ve yaşatmak, görevimiz ve boynumuzun borcu olmalıdır!

Her yıl 24-25 Nisan’da Gelibolu’ya gelen, özellikle Avustralya ve Yeni Zelandalıların atalarını anmaları, Türk askerine saygı törenleri düzenlemeleri görülmeye değer manzaralardır.

Tarihimizdeki bu önemli gün için öğrencilerimize rehberlik yapan Çanakkaleli rahmetli öğretmenimiz Mustafa DOĞAN’ın, çocukları Ertuğrul Koyu üstündeki Ezineli Yahya Çavuş Şehitliği’nde toplayıp, Boğaz’ın girişine hakim tepede onlara şu sözleri söylemesi hâlâ kulaklarımda çınlamaktadır. “Yavrularım-Evlatlarım,
Buraları ve yaşananları görüyorsunuz. Ne olursunuz, hangi görevde olursanız olun, hangi işi yaparsanız yapın, çalışın-üretin, çalışın-üretin, çalışın-üretin, işinizde en güzelini yapıp, bizi yabancılara muhtaç etmeyin! Onları buralara sokmayın!”
Ve, ve herkeste göz yaşları, hüzünlü bir gurur.
Bunu çocuklar unutur mu? Ataları, dedeleri Çanakkale’yi düşmana dar edip geçirmedi, onlar da geçirmeyecektir!
Ey dünya! Bunu böyle bil, ona göre hareket et!
Tüm şehitlerimizin ruhları şâd, mekânları cennet olsun.

Devamını Oku

TEHCİR (ZORUNLU GÖÇ) ve İTTİHAT-TERAKKİ – Kadir COŞKUN

TEHCİR (ZORUNLU GÖÇ) ve İTTİHAT-TERAKKİ – Kadir COŞKUN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çocukluğumuzdan günümüze, her 24 Nisan gelmeden devlet ricalini ve dolayısıyla hepimizi bir tedirginlik kaplar, bugün ABD başkanının soykırım mı, büyük Felaket mi diyeceğine odaklanırdık. Uzun yıllar, büyük felaket sözcüğünü kullanmışlardı. Biz de çok güzel bir ifadeymiş gibi, soykırım demedi, diye rahat bir nefes alırdık. Bu gelenek son birkaç yıla kadar böyle sürdü ancak Biden’la soykırıma (genocide) dönüştü. Böyle devam ederken dün, Trump “büyük felaket” tabirini kullandı. Aynı gün,Ermenistan Meclisi “Soykırım yoktur demek suçtur.” kanun teklifini kabul etmeyince gerek Amerika gerekse Ermenistan’da kıyametler koptu.
Bu, dünya siyasetinin Türkiye üzerinde bence günübirlik yaklaşımı idi. ABD’nin Kuzey Suriye’deki ağırlığının, Ermenistan’ın da Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek için bizlere sundukları mavi boncuklardı. Gönül bunların kalıcı olmasını ister ama hepimiz de biliyoruz ki bunlar günlük siyaset. Kalıcı olması için güçlü olmak, haklılığımızı dünyaya kabul ettirmek zorundayız.

Gelelim 24 Nisan ve İttihat ve Terakki’ye,

24 Nisan 1915, bıçağın kemiğe dayandığı, “Olmak ya da olmamak” ifadesinin, olmak yönünde ortaya konulan iradenin başlangıcı. İttihat ve Terakki ise, ileri görüşlülüğü ile içten yıkılmaya, ne pahasına olursa olsun, “Dur!” diyen Serdengeçtiler Hareketi.

1.Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Osmanlı içindeki azınlıkların, fırsatı ganimet bilip ayrılma girişimleri ve bin yıldır “Milleti Sadıka” dediğimiz Ermenilerin Rus, İngiliz hatta Fransız kışkırtması ile Doğu Anadolu’da devlet vaatlerinin sonucu kendilerini kardeş gören Türklere karşı katliam ve bu bölgede soykırıma gitmeleri sonucu ki, bunun canlı şahidi Kazım Karabekir Paşa, doğuda gördüğü manzarayı şöyle izah eder :
“Alaca Köyü’ndeki cenazeler insanın aklını oynatacak gibiydi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görünüyordu. Bütün bu acıklı görünüşler Erzurum’a atılmaya ve oradaki zavallılara yardım etmeye beni mahkum etmiştir. (10 Mart 1918, Kazım Karabekir 1. Kafkas Kolordu Komutanı)
Bu sadece bir örnek, Taşnak komitacıların toplu fotoğraflarında, ellerinde kalp, ciğer cenin resimleri insanın kanlı dondurmakta, böyle bir durumda Anadolu’yu kurtarmak için girişilen bir hareketin adıdır Tehcir.

Talat Paşa hatıralarında, bunları önlemek için Ermeni ileri gelenleri ile defalarca görüştüğünü, bin yıldır birlikte kardeşçe yaşadığımızı, bunları durdurmalarını istemelerine rağmen ki, Enver Paşa’nın talebi ile sonuna kadar başka çözümler aramış, sonuç alamayınca tehcire karar verip, Türk milletini bir soykırımdan (Büyük kayıtlar oldu.) kıl payı kurtarıp, İstiklâl Savaşı’nı bu tehlikeden büyük ölçüde uzak tutmuştur.

İsyana ön ayak olan İstanbul ve çevresindeki Ermeni kuruluşları 24 Nisan 2025’te kapatılıp liderleri tutuklanmış, akabinde Mayıs sonuna doğru Tehcir yasalaşarak uygulamaya konulmuş. Tehlike arz eden Ermeniler, güneye, yine bir Devleti Âliye bölgesi olan Suriye ve Lübnan’a gönderilip orada İskan edilmişlerdir. Nakiller esnasında sıkıntılar yaşanmış ama bunlar planlı bir şey olmayıp o yılların koşullarında yaşanan şeylerdir. Rahat durmayanlara karşı yapılabilecek tek şeydir. Bugün her ne kadar soykırımmış gibi göstermeye çalışanlar olsa da aklı selim Ermeni diyasporası, batının oyununa geldiklerini, yerlerinden ve yurtlarından edildiklerini kabul etmektedirler.
Ermeni meselesini en güzel ifade edenlerden biri Ziya Gökalp’tir :
“Türkiye’de bir Ermeni katliamı değil bir Türk-Ermeni vuruşması olmuştur. Bizi arkadan vurdular, biz de vurduk, meşru müdafa hakkımızı kullandık.”

30 Ekim 1918’den sonra oluşan Mütareke Basını’nın bugün değişik bir versiyonunu işgal olmasa da Mütareke Basını gibi hareket edip daha da ileri götürerek, İttihat ve Terakki’yi, devleti yok etmekle kalmayıp Ermenilere zulüm yapanlar olarak göstermekteler, hatta bu durum okullarımızda, tarih derslerinde ve aydın geçinen kimi kalemlerimizce devleti batıran kuruluş olarak gösterilmekte. Orduya siyasetin geçmişte sokulduğu, günümüzde de bunun aynı zihniyetçe okullarda öğrencileri eyleme (Proje okullarındaki atamalar nedeniyle) sürüklemelerinin İttihat ve Terakki’den daha zararlı olabileceğini ifade edip onunla ilişki kurmaya çalışmaktalar.

Nedir, kimdir İttihat ve Terakki?

  1. yüzyılın ikinci yarısından, yani tanzimattan sonra dünyadaki milliyetçilik, özgürlük hareketlerinin bir sonucu olarak Osmanlı’nın içindeki azınlık isyanlarına karşı, devleti ve birliği koruma amacıyla ortaya çıkan bir oluşum olup, tamamen halisane bir düşünce ile Batı’da, Makedonya dağlarında ayrılıkçı çetelere karşı savaşmış, kahraman Osmanlı subayları, sürekli toprak kaybeden yaşlı ve okuma yazma bilmeyen üst düzey asker takımının yetersizliğini gören ve ordunun eğitimli, donanımlı olmasını isteyip çağa ayak uydurmanın gereğini düşünen, vatan sevenlerdir. Ülkeyi, milleti koruma içgüdüsü ön plandadır. Bunlar, gençtiler, dinamiktiler, değişime açtılar. Osmanlıcılıkla, İslamcılıkla birliğin sağlanması yönünde girişimleri oldu. Ancak, ayrılıklar hızlanınca Türkçülüğü koruma noktasında mücadele edip bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne fikir ve insan kaynakları yönüyle katkı sağladılar.
    Baktığımız zaman Mustafa Kemaller, Talat, Enver, Cemal Paşalar, Bahattin Şakirler, Ziya Gökalpler, Kâzım Karabekirler, İsmet İnönüler, Mehmet Akif Ersoylar … hepsi, hiçbir şahsi menfaat gözetmeden canlarını, kanlarını ortaya koyup vatanı kurtarma girişiminde bulundular. Belki Osmanlı’yı kurtaramadılar ama düşünceleriyle, yetiştirdiği kadrolarla bu günlerimizin temellerini attılar.
    işte :
    Kimseyi oturdukları yerde tehcir etmedik, mübadele etmedik. Vatanımızdan vatan istemeye kalktılar, cetlerimiz de gereğini yaptılar, onları buradan çıkardılar. (Mustafa Çalık)

Bir Talat gider, bin Talat gelir.
İtihatçılar ölür, ancak ittihatçılık ölmez. (Talat Paşa)

Sonuç olarak,
24 Nisan 1915, yok oluşun durdurulduğu gündür. Bunu da yapanlar İttihatçılardır. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.
24 Nisan İttihatçılar Günü kutlu olsun.

Devamını Oku

18 MART ve BELİRLEYİCİ İKİ UNSUR – Kadir COŞKUN

18 MART ve BELİRLEYİCİ İKİ UNSUR – Kadir COŞKUN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya tarihinin en önemli, en büyük savaşlarından biri olan Çanakkale Savaşlarının ilk etabının zaferle sonuçlandığı 18 Mart’ı ve bunu yaratan ruhun nasıl üstün bir nitelik taşıdığını idrak etmenin mutluluğu içinde, aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.

Bugünkü zafer, başlı başına denizden, yani Boğaz’dan yüklenen düşmana karşı verdiğimiz savunma savaşının dünyada benzeri görülmeyen 1. safhasının sonuçlandığı gündür. Burada henüz Kara savaşları yoktur. Karadan Boğaz’ın savunması vardır.

Kara savaşları 25 Nisan 1915’te başlayıp yıl sonuna kadar sürecektir.

19 Şubat’ta başlayan deniz savaşları müttefik birliklerinin dünyanın en büyük donanmasıyla başlayan topyekün hücumunun, başarıyla püskürtülüğü 18 Mart 1915 akşamına kadar sürmüştür.

Günlerce, üstün toplarıyla dövülen mevzilerimiz pes etmemiş, 18 Mart 1915’te nihayet tüm kahramanlarımız gibi Rumeli Mecidiye Tabyası ve komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey’in Fransızların ünlü zırhlısı BOUVET’i batırması ile düşman bombardımanı bir kat daha artmış ve artık denizin yüzü görülmez olmuştur. Bu arada isabet alıp etrafı toz dumana katan bir top mermisi ile tabyada 16 kişi şehit olmuştur. Diğerleri yaralı, içlerinden iki kişi toprak yığınlarının altından sağ çıkmıştır. Bunlar Mehmet oğlu Seyit ve Niğdeli Ali Çavuş’tur. İşte bu iki yiğit ve geceden Boğaz’a mayın döşeyen Yüzbaşı Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın Gemisi savaşın kaderini değiştirecektir.

Daha sonra onbaşı rütbesi alacak Mehmet oğlu Seyit, arkadaşı Niğdeli Ali çavuş’la insan üstü çabalarla 215 kilogramlık top mermilerini namluya yerleştirmesi, bu konuda deneyimli olmamasına rağmen 3. atışta İngilizlerin ünlü zırhlısı OCEAN gemisini dümen tertibatından vurması ile diğer vurulan gemiler gibi boğazda sürüklenmeleri esnasında Nusret’in döşediği mayınlara çarpıp boğazın derin sularına gömülmeleri sonucu düşman gemileri tamamen Boğaz’ı boşaltıp çekildiler. Böylece tarihe şu notu düştük. ÇANAKKALE DENİZDEN GEÇİLEMEZ.
18 Mart 1915

Bir müddet sonra 25 Nisan’da karadan denediler(Bu da ayrı bir yazı konusu). Yine başaramadılar. Bu kez de tarihe şu notu düştük. “ÇANAKKALE KARADAN DA GEÇİLEMEZ.”
Sonuç olarak, Türk’ün üstün ruh hali söndürülemez ve ÇANAKKALE GEÇİLEMEZ mührünü tarihe vurduk.

Kahraman Mehmetçiğin her şeyini ortaya koyarak verdiği mücadele ve Mustafa Kemal’i tarih sahnesine çıkaran Anafartalar Komutanlığı, “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum.” sözündeki ruh hali üstün vatan savunmasının temel dayanağı olmuştur.

18 Mart 1915 akşamı Boğazı boşaltıp çekilen düşman donanması, Türk’ün Çanakkale’deki birinci etap zaferine perçinlemiş, akabindeki günlerde Mustafa Kemal, Cevat Paşa, Esat Paşaların Rumeli Mecidiyesi ziyaretlerinde bu kahramanlarımız onurlandırılmış, o meşhur Seyit Onbaşı’nın 215 kilogramlık top mermisini tekrar kaldırma ve başaramama, odun parçasından yapılan mermi pozu ile bizlere bu günleri sağlayanlara borcumuzu aynı ruhla, bu güzel vatanı korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak olmalıdır.
Ruhları şâd mekânları cennet olsun.
Vatan kahramanların omuzlarında yükselir.

Devamını Oku

KUZEY SURİYE ANTLAŞMASI ve TÜRKİYE

KUZEY SURİYE ANTLAŞMASI ve TÜRKİYE
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dün gece ajanslara Suriye’nin birliği için SDG ile anlaşma yapıldığı haberleri düştü. İyimserlik havası yaratan yayınlar peş peşe sergilendi. Kuzey Suriye’deki güçlerin 8 maddelik bir uzlaşı ile merkezî hükümete dahil olacağı bildirildi. Türkiye açısından bir başarı olduğu, artık problem kalmadığına dair olumlu görüşler sıcağı sıcağına ifade edildi.

Son birkaç gündür geçici hükümetçe Esat artığı güçlerin isyanı, diğerlerince Alevi katliamı olarak lanse edilen çatışmalı bir ortamda ne oldu da bu haberleri gölgede bırakacak, Suriye’nin üçte birini işgal eden SDG ( YPG/ PYD) ile anlaşmaya varılıp Suriye’de bütünlüğün sağlandığı dünyaya duyuruldu. Bu, devlet başkanı Ahmet El Şara’nın başarısı mıydı yoksa onu oraya getiren ve Suriye’nin kuzeyinde 100.000 kişilik terör ordusu kurdurup sözde DEAŞ’la mücadele eden, gerçekte güneyimizde bizim için bir tehdit oluşumunun hayata geçirilmesinin öncülüğünü yapan gücün, planlarının bir gereği miydi?

Bu güç tarafından tak diye emredildi, şak diye imzalandı. Planın bir aşaması daha hayata geçirildi. Neydi bu 8 maddelik antlaşma?

1.Madde her alanda katılımın liyakata dayalı olacağını, dîni ve etnik kimliğin gözetilmeyeceğini ifade ediyor. Olumlu bir madde ancak yılların birikimi etnik ve mezhebî düşmanlıkları nasıl ortadan kaldıracak? Göreceğiz.

2.Madde ise Kürt kimliği ve etnik haklarının anayasal güvence altına alınmasını içeriyor ki, temelde demokratik bir hakkın teslimi gibi gösterilip bu coğrafyadaki Irak, Suriye, İran ve Türkiye’den koparılacak topraklarla oluşturulacak ister BOP deyin, İster İsrail ve Amerikan Projesi deyin, ikinci ayağının göstergesidir. Birinci ayağı Kuzey Irak’ta gerçekleştirildi. ikinci ayağının Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmasının belirtisidir. Bunun, 4. maddede garanti altına alındığını görmekteyiz. Bu bölgedeki tüm sivil ve askeri kurumların devlet yönetimine girmesini öngörüyor. Bunu örtülü federasyonun ayak izleri olarak görmemek için kör ve sağır olmak gerekir.

Etnisitenin tanındığı bir antlaşma yapılıyorsa büyük bir nüfusa sahip Kuzeybatı Suriye’deki Türkmenler için de yapılması gerekmez mi? Onlar sahipsiz mi?

5.Madde gerçekleştiği takdirde olumlu bir madde. Yerlerinden edilenlerin devletin kontrolünde memleketlerine dönmelerini içermekte ancak, 14-15 yıldır yerinden edilenlerin işgal edilen yerlerini hangi güçler hakkaniyetle sahiplerine teslim edecek? Düşündürüyor.

6.Madde ise Esat kalıntıları ile mücadeleyi kapsıyor. Yanlış yapmaya müsait bir madde. Esat güçleriyle mücadele edelim derken mezhep çatışmalarına sebebiyet verilebilir. Dikkatli olunmalıdır. Diğer maddeleri, tehlikeli 2, 4 ve 6. maddelerin yanında olumlu ancak uygulanabilirliği zor maddeler olarak görüyorum.

Sonuç olarak, bu antlaşma ile Kürtler, İsrail-ABD desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde Federatif yapının temellerini atmış görünüyorlar. Buna müsaade etmemeliyiz. Projenin ilk iki ayağının bu şekilde gerçekleştirilmesi ülkemizde de barış havası adı altında etnik kimliklerin ki, en başta Kürt kimliğinin anayasaya aktarılıp ülkeyi bölünmeye götürecek olmasından endişe etmekteyiz.

Suriye’de bölünme olmasın dedik, kimliklerini bu antlaşma ile devlete kabul ettirip anayasaya işleyecekler. Silah bıraksınlar dedik, bırakmadıkları gibi devlete entegre olup ortağı oldular. Bu uygulamanın ikinci ve ücüncü aşaması dile getirmek dahi insanı dehşete düşürüyor, kabul edilemez.Bunu aşmak için hem ülkemizde hem de Suriye’de etnik temele dayalı siyasetten vazgeçilmesi ve üniter yapının korunması her iki ülkenin de yararınadır.

Dünyanın hiçbir yerinde çok resmî dilli, yasa ve uygulamaları ayrı ayrı etnik veya inanç temeline dayalı ülke yoktur. Bunu istemek de açık ve net ayrı coğrafya, ayrı ulus istemektir ki buna da kimse müsaade etmez.

Dolayısıyla demokratik siyaset ve hukuki zemin arama adı altında ayrı dil, ayrı kimlik, veya ayrı inanç anlayışlı bir zemin aramanın adı bölünmedir. Müsade edilmemelidir.

Tek kurtuluş yolumuz “Ne mutlu Türk’üm diyene!” şemsiyesi altında toplanmaktır.

Devamını Oku

NİCE 104 YILLARA,İSTİKLÂL MARŞI ve M.AKİF ERSOY

NİCE 104 YILLARA,İSTİKLÂL MARŞI ve M.AKİF ERSOY
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bağımsız ve üniter bir devlet olarak yaşayabilmenin temellerinin atıldığı 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli icraatlarından biri olan, 12 Mart 1921’de kabul edilen İstiklâl Marşımız ve yazarı Mehmet Akif Ersoy, Türk tarihinde önemli bir sayfanın açılmasını sağlamıştır.

O zamana kadar çok uluslu bir İmparatorluktan, üniter yapıda bir devlete geçişte, Türk milletini birleştiren ve bütünleştiren İstiklâl Marşımız, gerek sözleri, içeriği ve ruhu bakımından yüksek düzeyde bir anlatım, okunduğunda insanın umutlarını yeşerten, ufkunu açan ve Türk milletinin üstün hasletlerinin ifade edildiği bir şiir ve bestelenmiş şekli ile marştır.

10 kıtadan oluşup 2 kıtası bestelenen marşımızı, hayatımızın her anında bir yol gösterici, törenlerimizin vazgeçilmez bir özelliği bilip gelecek kuşaklara aktarımda en önemli unsur olarak görmeliyiz. Çünkü, al bayrağımızın gölgesinde bu üstün ruhu canlı tutan bir özelliği vardır.

Biz Türkler için dünyanın en güzel marşıdır. Yüce Türk milletini, onun duygu ve düşünce dünyasını dile getirebilen güzel bir şiirdir. Zamanın en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Akif ve şiiri tüm benliğinde hissedip Türkiye Büyük Millet Meclisinde defalarca ayakta okunup alkışlanmasına vesile olan Türk Ocaklarımızın Genel Başkanı ve dönemin Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi TANRIÖVER’in olması bizler için ayrı bir önem ve gurur vesilesidir.

İstiklâl Marşı, Türk milletinin üstün ruh halinin eseri olmalıydı. Onu bilen ve en güzel ifade edebilecek Mehmet Akif Ersoy’du. Merhum şairimiz de bunu hakkıyla yerine getirdi.

12 Mart 1921’den günümüze söylenen ve söylenmeye devam edecek İstiklâl Marşımızın yazarı Mehmet Akif’i ve bu günlerimizi sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle anlarken, Akif’in şu veciz sözünü hatırlatmak istiyorum.

Allah, bu millete, bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.

Sonsuza kadar yaşatmak temennisiyle İstiklâl Marşımızın kabulünün 104. yıl dönümünü kutluyorum.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.