DOLAR 34,9739 0.16%
EURO 36,7420 0.28%
ALTIN 2.974,72-1,04
BITCOIN 35453611.03585%
Sivas
-5°

AÇIK

17:31

AKŞAMA KALAN SÜRE

Bizim Ocak Anıları: 15 – Mehmet AVCI
425 okunma

Bizim Ocak Anıları: 15 – Mehmet AVCI

ABONE OL
Kasım 5, 2024 11:25
Bizim Ocak Anıları: 15 – Mehmet AVCI
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Başbuğ’un Kangal Ziyareti
“1992’den 1990 Dönüş”
1990 Haziran’da Başbuğ Türkeş bir dizi programa katılmak için Sivas’a gelmişti. Hatırladığım kadarıyla ilk program Mevlana mitingiydi. O zaman mitinglerde bugünkü gibi konuşmaların yapılacağı bir platform kurulmuyordu. Genel olarak partiler platform olarak kasalı kamyonları tercih ediyordu. Böyle bir kamyonda konuşmacılar yerini almıştı. Önce Muhsin Başkan, hemşerilerine seslendi. Bu arada Başbuğ, kamyonun kasasında kendisi için getirilen sandalyede Sivaslılara seslenmek için beklerken, genel merkez, il yöneticileri ve Bizim Ocak Sivas il başkanı olarak ben ayakta bekliyorduk.
Başbuğ’un konuşması için anons edilmesine az kalmıştı. Kamyonun arka tarafından sesler gelmeye başladı. O zaman Başbuğ’un koruma ekibi, ocaklı gençlerden ve partinin gönderdiği iri yarı beş altı kişiden oluşuyordu. Kamyonun arka tarafından işitilen gürültü artınca Başbuğ’dan fırça yemeyelim diye ne olup bittiğini öğrenmek için arka tarafa geçtiğimde ızbandut gibi arkadaşlar yaşlı bir amca ile tartışıyorlardı.
Konuşmaların Başbuğ’u rahatsız etmemesi için “Gel bana derdini söyle!” diyerek amcayı kamyondan uzaklaştırdım. Arkadaşların bana “başkanım” diye hitap etmelerinden olacak amca, “Sen bunların başkanı mısın?” diye sordu. Ben “Evet amca sen derdini bana söyle” dedim. Amca “Ben Türkeş’in askeriydim. Kendisiyle görüşeceğim, bunlar bırakmıyor ki görüşeyim” dedi.
Burada görüşemeyeceğini, arkadaşların görevini yaptığını anlatmaya çalıştım. Kendisini mitingden sonra Başbuğ ile görüştürebileceğimi söyledim ve ekledim “yarın sabah Madımak oteline gel, ben seni orada görüştürürüm daha iyi olur geçmişi güzelce hasbıhal edersiniz” dedim. Amca “gerçekten görüştürür müsün? Beni kandırmayasın!” dedi. Ben de “söz, sen gel, beni bul, ben Sivas ocak başkanını göreceğim de, ben otelde olacağım seni görüştürürüm.” diyerek zor da olsa amcayı ikna ettim.
Ertesi sabah biz koruma ekibimizle Başbuğ’un odasının hemen yanında kalıyorduk, dâhili telefon çaldı, parti yöneticisi bir arkadaş arıyordu. Telefona beni istedi ve “Mehmet Başkan’ım yanımda bir amca var. Başbuğun askeri olduğunu söylüyor. Başbuğ ile görüşeceğim diyor. Sen dün miting meydanında ben görüştürürüm diye söz vermişsin. Biz Başbuğ’a böyle bir şey söyleyemeyiz. Aşağı gel. Ne yapıyorsan yap. Biz karışmayız.” dedi. Kaldığı odaya girip askerinin bilgilerini Başbuğ’a arz ettim. Başbuğ, “getir askerim Hasan Çavuş’u!” dedi. Aşağıya resepsiyona indim. Hasan Çavuş’a hoş geldin diyerek güzelce sarıldım ve bu bahaneyle silah ya da kesici-delici alet var mı diye alelusul üzerini aradım. Başbuğ’un odasına çıktık. Askerini ayakta karşıladı. Sarıldılar, oturdular. Ben yakınlarında hazır olda beklerken Başbuğ önce göz temasıyla bana çıkmamı işaret etti fakat ben anlamamazlıktan gelerek beklemeye devam ettim. Başbuğ bu sefer “tamam evladım sen çıkabilirsin” dedi ama ben çıkmadım. Çıkmamakta kararlı olduğumu gören Başbuğ “evladım ben sana çık diyorum. Beni Hasan Çavuş’la baş başa bırak!” dedi. Ben yine itiraz edince “çık evladım çık” dedi. Yapılacak bir şey kalmamıştı. İstemeye istemeye çıktım. O zaman Başbuğ her ne kadar dinç görünse de hatırladığım kadarıyla Kurtlapa beldesinde çiftçilik yapan Hasan Çavuş, güçlü kuvvetli Başbuğ’a göre çok daha genç ve sırım gibi bir adamdı. Her ne kadar Başbuğ’un yanına almadan sarılma bahanesiyle arasam da yine de endişeleniyordum. Neticede Başbuğ bize emanetti. Yanında kesici, delici alet olabilirdi. Başbuğ’a zarar verebilirdi. Başbuğ’un başına bir şey gelirse bunun ben de yaratacağı vicdan azabına katlanamazdım.
MÇP Sivas İl Teşkilatı tarafından 16 Haziran’da yani Mevlana Mitingi’nin akşamında Dört Eylül Spor Salonu’nda gece düzenlenmişti. Gecede üzerinde ay yıldız logolu kıyafetiyle Müşerref Akay, “Türkiye’m” adlı şarkısıyla sahne almıştı. Biz yine Başbuğ’un koruması olarak kazasız belasız geceyi de atlatmıştık.
17 Haziran’da Belediye Nikâh Salonu’nda MÇP Merkez Karar Kurulu toplantısı icra edildi. Ertesi gün 1989 yılı yerel seçimlerinde başarılı olduğumuz Kangal ziyaretinde Başbuğ Türkeş’e refakat ettik. Belediye ziyaretinde11.06.1990 tarihli Kangal Belediye Meclisinin aldığı karar ile Başbuğ Türkeş’e fahri hemşerilik verilmişti. Belediye Başkanımız Ahmet Polat, belediye ziyaretinde Başbuğ Türkeş’e fahri hemşerilik beratını ve ilçenin sembolik anahtarını takdim etti. Daha sonra Kangal Balıklı Çermik ziyareti gerçekleştirildi. Bu sırada Türkeş, beraberindekiler ve dolayısıyla biz Kangallılarla birlikte nereye gittiğimizden bihaber yürümeye başladık. Bir süre sonra anladım ki Başbuğ def-i hacet yapacaktı, biz de ona refakat ediyorduk. Hoş olmasa da tabii her zamanki gibi herkes Başbuğ’u bekliyor, ben bu arada güvenlik kaygısı ile tedbir aldım çünkü bulunduğuz alanın kenarları sarp kayalıklardan oluşuyordu. Kayalıklara gizlenmiş bir keskin nişancı olabileceği kaygısı ile kayalıkların önünde, mesire alanının taştan yapılmış yaklaşık 1,5 metre yükseklikteki duvarına birkaç arkadaşla çıktık. Maksadımız kayalıklardan Başbuğ’a ulaşacak herhangi bir tehlikeye karşı siper olmaktı. Başbuğ, tuvaletten çıkmadan Belediye başkanımız Ahmet Polat, sabun ve havlu olmadığını fark etmiş olmalı ki hemen birini havlu ve sabun getirmesi için gönderdi fakat daha sabun ve havlu gelmeden Başbuğ çıktı. Elleri dua eder gibi havada, temizlik malzemelerini beklerken kurmay subay alışkanlığından olsa gerek sabun ve havlunun hemen getirilmesini bekliyordu. Bilindiği gibi subayların emir erleri bu gibi durumlar için hazırlıklı olurlardı. Başbuğ, bizim camiadan da aynısını bekliyordu. Havlu ve sabunun hazır olmadığını görünce haziruna hem ders veriyor hem de kızıyordu. “Biz sizinle koca Türk devletini yönetmeye talibiz daha yanında sabun, havlu bulunduramayanlarla nasıl devlet yöneteceğiz…” diyordu. Sonunda havlu ve sabun geldi. Ellerini titizlikle temizledikten sonra Başbuğ önde biz yanında ve arkasında hilal şeklinde yürürken birisi arkadan omuzlarıma bir çöktü. Amma olursa öyle olsun. Hiç de dostça değildi. İçimden dedim ki burada bana çöken, biraz sonra da Başbuğ’a çöker. Hışımla kalkıp arkama baktığımda bir de ne göreyim. Bizim koruma ekibimizden benim ilkokuldan sınıf arkadaşım, arkadaşlığımız ve ülküdaşlığımız çok eskilerden beri devam eden, sonraki yıllarda da Sivas’ta ocak başkanlığı yapacak olan Yavuz Er. Dedim ki “hayırdır gardaş ne oluyor.”. Yavuz Er “daha ne olacak Başbuğ bizi güzelce fırçaladı. Sen de duvarın üstünden onu onaylıyordun. Başbuğ’un fırçasından çok senin yediğimiz fırçayı başınla haklısınız der gibi onaylaman zoruma gitti. Zaten bizim mahcubiyetimiz bize yetmişti.” dedi. Başbuğ haziruna kızarken ben duvarın üstünde olduğumdan o esnada hiç göz göze gelmemiştik ama Yavuz garibim Başbuğ’un tam karşısında kalmıştı. Dolayısıyla genelde Başbuğ’un kendisine bakarak kızması neticesi Yavuz görevini layıkıyla yapamamışlık algısına kapılmıştı ve Hersini benden almıştı, ben de “Başbuğ haklı. Biz bu tedbirleri almalıydık.” dedim ve birlikte yemek yenilecek mekâna vardık. Yemekler yenildi. Kangallı hemşerilerimiz ip gibi dizildi ve sıra ile Başbuğun elini öptüler.
Balıklı Çermik’in işletmecisi Rahmetli Gazeteci Fikret Uysal ve Belediye Başkanımız Ahmet Polat, Balıklı Çermik’in suyunun, balıklarının faydalarını ve şifasını anlatarak Başbuğ’u havuza girmeye ikna etmeye çalışıyorlardı. Başbuğ ısrarlar üzerine kerhen havuza girmeyi kabul etti. Başbuğ ile beraber Muhsin Başkan, Devlet Bahçeli ve Özel Kalem Müdürü Sami Cezzaroğlu havuza girecekti. Havuzun üstü açık olduğu için biz hemen koruma düzenine geçmiştik. Başbuğ, havuz kapısından girdiğinde havuzun çevresinde nöbet tutan arkadaşları görünce “hani kimse olmayacaktı” diye öfkelendi. İsterseniz içerdeki arkadaşları hemen çıkarırız denmesine rağmen “Yok yok girmiyorum. Böyle şey olmaz.” diyerek celallendi ve geri döndü. Oysaki saniyeler içerisinde içerdeki arkadaşları dışarı çıkarabilirdik. Kangal’dan ayrıldık ama Başbuğ’un aracına yetişmek için bütün konvoy adeta kelle koltukta, son gaz basarak Yağdonduran çeşmesine kadar geldik. Orada Başbuğ Kangallılara “artık siz geri dönün” dedi. Biz devam ettik aynı hız ile. Sivas merkeze girmeden İller Bankası kavşağında Başbuğ’u takip etmekte zorlanan basın aracı dengesini kaybetti, neyse ki çabuk toparlandı. Büyük bir kazanın olmaması mucize eseriydi. Başbuğ önde bizler arkada Yıldızeli’ne varmadan Karayolları parkına kadar gittik. Orada Başbuğ, elini yüzünü yıkadı ve “artık sizin ile de vedalaşalım, siz dönün, biz devam edelim” dedi ve biz ayrıldık. Artık ufak tefek pürüzler dışında kazasız belasız Başbuğ’u uğurlamış olmanın huzuru ile üç gündür benimle birlikte nerdeyse hiç uyumayan koruma ekibime “biz biraz duralım. Partililer önden gitsinler.” dedim. Ekip orada biraz dinlendikten sonra “yavaş yavaş Sıcak Çermik’e gideceğiz, yorgunluğumuzdan orada yunarsak anca kurtuluruz.” dedim. Sıcak Çermik’te güzelce dinlenerek günü tamamladık.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.